21 Aralık 2014 Pazar

Kapılarını Çaldığım Hikâyeler


Eskiden varlardı… Bir kitapta, bir filmde, küçük bir anlatıda yâda bir arkadaş sohbetinde çıkarlardı karşıma, peşine takılıp gitmek istediğim hatta mümkün olsa kendi hayatıma hiç dönmek istemediğim o hikâyeler.

Ne zaman yorgun düşsem, bunalsam kapılarını çalardım. Onlardan biri gibi hissetmek iyi gelirdi, çünkü eskimiş, hayatın tozlu yollarında yürürken kirlenip, aşınmış benliğimi çıkarıp bir kenara koyar, onlardan biri oluverirdim satırlarında yürürken.

Sonra birden bir şeyler oldu. Yavaş yavaş mı oldu, yoksa aniden mi hatırlayamıyorum. Tek bildiğim ne olmuşsa olmuş, kapılarını çalabileceğim hikâyeler bulamaz olmuştum. Bir aşığı okurken aşkı, bir kahramanı okurken cesareti iliklerine kadar hissedebilen ben yoktu artık. Hangi cümleye, hangi satıra, hangi sayfaya yolum düşse sıradanlığa takılır oldu ayaklarım. Sonu bilindik hikâyeler çıkmaz sokaklar olmuş sarmıştı etrafımı. 

Anlaşılan hayat ninniler söylemeyi bırakmıştı artık bana. Yaşlanmak mı, yoksa büyümek mi deniyordu bu çeşit durumlara. Sonunu bildiğin hatalar vardı artık. Herkesin hikâyesinin az çok birbirine benzediğini bilmek çok şeyi değiştiriyordu. Sanki biri sana okuduğun romanın sonunu söylemişte, tüm heyecanını kaybettirmiş gibi. Bir hikâyeye dalıp oradaki karakterler gibi hissetmek çok daha zordu.

Bir filmde hikâyenin romantik kısmından ziyade kurgunun nasıl olup da tek bir kız etrafında dönüp durduğu meşgul ediyordu artık zihnini. Özel karakterler, güzel kızlar, yakışıklı çocuklar, zeki kahramanlar sinir bozucuydu. Onları bulabileceğine dair inancını yitirdiğinden olsa gerek. 

İnsan hiçbir zaman hikâyelerin elinden tutmasına izin vermeyecek kadar büyümemeli.

Nerede hata yaptığımı bulurum er geç.


Sevgili Zeze; 

bir az daha bekle beni. Dönmenin bir yolunu mutlaka bulacağım. 

Ahzen eser 

0 yorum:

Yorum Gönder